Eşeğe Ters Binmek
Nasreddin Hoca, bir gün yabancı bir köyde misafir olur. Cuma günü O’nu kürsüye çıkartırlar. Güzel bir vaaz verir. Herkes pek memnun kalır. Camiden çıkınca Hoca’nın eşeğini getirirler. Köylülerin hepsi ona hizmet etmek için adeta yarışırlar. Hoca eşeğine binerken biraz düşünür. Sonra eşeğin üstüne ters oturur. Herkes hayret eder. Köylülerden biri dayanamayıp sorar:
– Hocam der. Kusura bakma ama eşeğe niçin ters bindiğini sorabilir miyim?
Hoca tebessüm ederek cevap verir:
– Eğer düz binip önünüze geçseydim siz arkada kalacaktınız. Siz öne geçseydiniz, bu defa ben arkada kalmış olacaktım. Böyle ters binince size arkamı dönmemiş oluyorum…
Kitaptaki Yanlışlar
Akşehir’e tayin edilen bir kadı, halkın silah satmasını yasak etmiş. Küçük bir çakı taşımak bile suç sayılır olmuş. Görevli memurlar sıkı bir takibe ve kontrole başlamışlar. Bir gün Nasreddin Hoca’nın üstünü başını aramışlar. Kuşağın arasından kocaman bir bıçak çıkınca şaşırmışlar:
– Bu da nedir Hoca? Sen silah taşımanın yasak olduğunu bilmiyor musun? demişler.
– Evet demiş, biliyorum. Fakat bu silah değildir. Kitaplarda bir takım yanlışlar görünce bunun ucuyla kazıyorum.
– Olur mu Hocam demişler, kocaman bir bıçakla kitaptaki yanlışlar kazınır mı?
– Olur olur demiş Hoca. Siz bilmiyorsunuz ama bazı kitaplarda o kadar büyük yanlışlar var ki bu bıçak bile küçük kalıyor…
Mum Ateşiyle Pişen Yemek
Bir gün Nasreddin Hoca ve arkadaşları iddiaya tutuşmuşlar. Eğer Hoca karanlık ve soğuk bir gecede, sabaha kadar köy meydanında bekleyebilirse arkadaşları ona güzel bir ziyafet çekecekmiş. Şayet bunu beceremezse o, arkadaşlarına ziyafet çekecek. Kararlaştırılan gün Hoca, meydanın ortasında, sabaha kadar tir tir titreyerek beklemiş. Sonra yanına gelenlere:
– Tamam, demiş. İddiayı kazandım.
– Ne oldu ne yaptın, demişler.
– Bekledim sabaha kadar, demiş.
– Hayır, demişler. Sen uzaktaki bir mum ışığı ile ısınmışsın. İddiayı kaybettin! Ziyafetimizi hazırla. Hoca çaresiz kabul etmiş. Ziyafet vakti kocaman bir kazanın altına minicik bir mum koymuş. Güya yemek pişirecek.
– Ne yapıyorsun? demişler. Kıs kıs gülerek cevap vermiş:
– Bu mum sıcağıyla size yemek pişireceğim arkadaşlar. Uzaktaki bir mum ışığıyla ben nasıl ısındıysam, bu kazandaki yemek de öyle pişecek!…
Halep Oradaysa Arşın Burada!..
Palavracının biri başına topladığı üç beş cahile karşı övünüp duruyormuş:
– İşte ben güçlü ve maharetli bir adamım. Evet, ben Halep’te bulunduğum sıralarda atmış arşın uzağa atlamış bir kimseyim!.. Nasreddin Hoca da bu sırada oradan geçiyormuş. Palavracının yanına yaklaşıp:
– Yaa! demiş, demek sen atmış arşın atlarsın. Haydi atla da görelim. Adam hık mık etmiş.
– Ama demiş ben Halep’te atladım. Hoca kızmış:
– Canım demiş, Halep oradaysa arşın burada.
Ya Tutarsa?
Kimi insanlar olmayacak hevesler peşinde koşup durur. Nasreddin Hoca böylelerine ders vermek istemiş bir gün. Elinde koca bir bakraç yoğurt mayasıyla gölün kenarına gelmiş. Başlamış kaşık, kaşık dökmeye:
– Ne yapıyorsun Hoca? demişler.
– Göle yoğurt mayası çalıyorum, demiş kıs kıs gülerek.
– Olur mu demişler, göl yoğurt mayası tutar mı hiç? Hoca cevabı yapıştırmış tabii.
– Ya tutarsa…
Düşünen Hindi
Küçük bir papağanın onbeş altına satıldığını gören Nasreddin Hoca, bir koşuda evine gidip kümesteki hindisini tutmuş. Apar topar pazara götürüp başlamış bağırmaya:
– Satılık hindii…. Satılık hindii…. Yirmi altına satılık hindi!
Şaşırmış pazardakiler.
– Yahu hocam demişler. Bir hindinin yirmi altın ettiği nerde görülmüş.
– Ne olmuş diye çıkışmış Hoca. Demin bir kuşu on beş altına sattılar.
– Ama o papağandı demişler. Tıpkı insan gibi konuşuyor o.
– Olsun demiş Nasreddin Hoca. O konuşuyorsa bu da düşünür!
Testiyi Kırmadan Önce
Nasreddin Hoca, oğlunun eline bir testi tutuşturup çeşmeden su getirmesini istemiş. Çocuk dışarı çıkarken de ensesine bir tokat atıp:
– Testiyi kırma ha! diye öğüt vermiş.
Bunu gören komşulardan biri:
– Yahu Hocam demiş, henüz testiyi kırmadan niye dövüyorsun yavrucağızı?
Hoca cevap vermiş:
– Testiyi kırdıktan sonra neye yarar be birader!
Yemeğin Buğusu, Paranın Sesi
Nasreddin Hoca Akşehir’de kadılık vazifesini yürütürken karşısına iki adam çıkmış. Birisi öteden beri cimriliği ile tanınmış bir aşçı, diğeri de boynu bükük bir fakir. Aşçı sözü almış:
– Hocam demiş, ben bu adamdan davacıyım. Dükkanın önünde fasulye pişiriyordum. Tencerenin kenarından buğusu çıkıyordu yemeğin. Bu adam elinde somunla geldi. Kopardığı lokmaları yemeğin buğusuna tutup başladı atıştırmaya. Nihayet koca bir ekmeği bitirdi. Ondan fasulye buğusunun parasını istedim, vermedi.
Nasreddin Hoca anlatılanları dikkatlice dinledikten sonra fakire dönüp:
– Doğru mu bunlar? diye sormuş.
– Evet, demiş fakir adam.
– Öyleyse para kesesini çıkar bakalım.
Zavallı fakir kadı efendiye karşı gelememiş. İçinde üç beş akçe bulunan para kesesini Hoca’ya uzatmış. Bu sefer aşçıyı çağırmış yanına. Keseyi kulağına yaklaştırarak şıngırdatmaya başlamış. Sonra da:
– Haydi demiş aldın işte alacağını. Aşçı:
– Nasıl olur? diye şaşkınlığını belli etmiş. Paramı vermediniz henüz. Hoca cevap vermiş:
– Fazla uzatma, yemeğin buğusunu satan paranın da sesini alır elbet!
Hırsızın Hiç Mi Suçu Yok?
Bir gün Nasreddin Hoca’nın eşeği çalınmış. Can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Birisi:
– Hocam demiş niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki?
Bir başkası:
– Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin olmuyor? diye konuşmuş.
Bir diğeri de:
– Hocam demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en büyük sebep yine sensin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok. Nerden baksan dökülüyor. Hoca kızmış:
– Yahu demiş, iyi, güzel de kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?